Doç. Dr. Hakkı Hakan ERKİNER ile Uluslararası Hukuka İlişkin Röportaj
- Hukuk Departmanları

- 14 Ağu 2022
- 14 dakikada okunur
16 Mayıs 2022’de İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Kulübü’nün Uluslararası Hukuk Departmanı Tarafından Doç. Dr. Hakkı Hakan ERKİNER ile Yapılan Röportaj Oğuz ERTÜRK, Mehmet KIŞLIK, Emirhan MUTLU
Açıklama: Bu transkript canlı olarak gerçekleştirilen röportajın departmanımız tarafından yazıya geçirilmiş halidir. Ses kaydı ve yazı arasında ufak farklıklar dışında, yazıda mümkün olduğunca orijinal ses kaydına sadık kalınmaya çalışılmıştır. Ses kaydımız16 Mayıs 2022’de yapılmış olup, sorularımız önceden bildirilmemiştir. Departman olarak röportajımızdan büyük gurur duyduğumuzu ifade eder, hocamıza tekrar teşekkür eder ve bütün okurlarımız için faydalı olacağını umarız. Soru- Merhabalar, bugün, Uluslararası Hukuk Hocamız Sayın Doç. Dr. Hakkı Hakan Erkiner ile uluslararası hukukta kuvvet kullanma, savaşlar, uluslararası terörizm, terörizme karşı meşru müdafaa konulu röportajımız var. Konumuz bu, bu çerçevede daha farklı konulara da değinebiliriz. Genel olarak uluslararası hukukla ilgili sorularımızı sormak istiyoruz. Hocam, zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Cevap- Rica ederim.
S- O zaman hocam, ilk konumuzla başlayalım. Kuvvet kullanma ile başlamak istiyoruz. Hocam, genel olarak kuvvet kullanma ile ne kastettiğimizden, kuvvet kullanmanın unsurlarından, kuvvet kullanmanın savaş, askeri operasyon ve sınır ötesi operasyon gibi terimlerle alakası, ilişkisinden başlayabilir miyiz?
C- Şimdi, kuvvet kullanma kavramını veya kelimelerini kullanmak zorunda olmamızın sebebi Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 2. maddesinin 4. fıkrasında ‘‘kuvvet kullanma’’ tabirini, kavramını kullanıyor olması. Dolayısıyla bu uluslararası hukukta pozitif hukuk kuralı olduğu için ve o kuvvet kullanma ibaresi kullandığı için bu kuvvet kullanma tabirini, kavramını kullanıp kullanmamak keyfi bir mesele olmanın dışında. Kullanılması gerekiyor. Niye Birleşmiş Milletler Antlaşması kuvvet diyor, savaş demiyor? Şimdi, savaş hukuki bir durumdur, bir etikettir. Tarihte uluslararası ilişkilerde, devlet savaşa başvurmadan ya da savaş denilen durum içerisinde olmadan da birbirlerine karşı kuvvet kullanmışlar, kuvvet kullanabilmişler. O yüzden Birleşmiş Milletler Antlaşması, hiçbir şeyi ıskalamamak için, hiçbir şeyi dışarıda bırakmamak için, kuvvet kullanma tabirini tercih etmiş. Savaş bir hukuki durum, kuvvet kullanma ise, her türlü fiili durumu kapsayabilecek fiili bir vaziyet. Üzerine vurulan hukuki etiketle ilgilenmeden, Birleşmiş Milletler maddesi kuvvet kullanma demiş. Şimdi, kuvvet nedir sorusunu sordunuz. Kuvvet ne değildir? Siyasi ve ekonomik saldırıların Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda kullanılan kuvvet kullanmadan sayılmayacağı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun aldığı, devletlerin içinde bulundukları kararlarla ifade ediliyor fakat bunların bağlayıcılığı ne? Bunlar teamül hukuku kuralı haline geldiği için bu söylediğim Genel Kurul Kararları önem arz ediyor.Yoksa Genel Kurul Kararları kendi başına hukuk kuralı koymaz, bunlar bağlayıcı değil. Ama teamül hukuku kuralı olduğu vakit, maddi ve manevi unsurlarıyla teamül hukuku kuralının mevcudiyeti ispat edildiği vakit, söylediğim gibi, devletler hukukunda, işte diyoruz ki, bir teamül kuralı var diyoruz, ekonomik saldırılar, siyasi saldırılar, kuvvet kullanmaktan sayılmıyor. Kuvvet, silahlı saldırı.Buraya kadar sorununcevap limitini aştık mı yoksa sorunun içerisinde miyiz? Şimdi tabi, haliyle, esasında sorduğunuz sorunun devamı var. Soruda da o yer aldı. Nedir kuvvet kullanma? Silahlı saldırıdır. Hukukta, mantık zinciri, argümantasyon, tez antitez sentez, argümante etmek, delillendirerek ilerlemek ve tekrar söyleyeceğim, mantık. Kuvvet kullanma silahlı saldırıdır dediğim vakit, sırada yöneltilmesi gereken mantıklı soru öyleyse ne oluyor, sıradaki soru ne?
S- Hocam, silahlı saldırı nedir, silah nedir?
C- Haliyle silahlı saldırı nedir, silah nedir? Fiziki yıkım getiren her şey silahtır. Bakın, nasıl ilerliyor. Bir şey yazacağınız vakit, bir makale,bir hukuki metin,bir meram anlatacağınız vakit muhatabınıza, bakın nasıl ilerliyor argümantasyon. Fiziki yıkım getiren her şey silahtır. Şimdi alt paragrafa geçiyorum. Fiziki yıkım nedir, onu izah edeceğim. Fizik alemde, somut zararlar. Böyle ifade ediliyor. Artık bundan fazlası, muhakemeye kalmış bir şey. Bir tesisi konvansiyonel bir bomba ile imha edebilirmiyim? Ederim. Bir tesisi baraj sularını bırakıpsular altında bırakıp çalışmaz hale getirebilir miyim? Getiririm. Peki aynı tesisi, siber saldırılarla, işlemez hale getirebilir miyim? Algoritmalarla, kodlarla getirebilirim. Öyleyse konvansiyonel bomba, baraj suları, sibernetik saldırılar, yani dijital, internet üzerinden yapılan bilgisayar atakları, bütün bunlar demek ki silah. Onu da böyle cevaplamış olalım. Çok da uzatmadan, özünü vererek, kavramları açıklayalım, devam edelim. Buyurun.
S- Tamamdır hocam. Sonraki sorumuz da kuvvet kullanma ile devletlerin sorumluluğu ilişkisini incelemek istiyoruz. Özellikle de kuvvet kullanmada sınırların aşılması durumunda veya haksız zeminlerde kullanıldığında uluslararası toplulukta doğan sorumlulukları nedir?
C- Evet, evet. Şimdi, kuvvet kullanma yasağını getiren normun hukuki niteliğini hatırlayalım. Bildiğiniz gibi, Viyana Antlaşmalar Hukuku Konvansiyonu’nda diyor ki, devletlerin genelinin bir konuda jus cogens yani uluslararası hukukun emredici kuralı olarak kabul ettiği normlar, jus cogens normlardır. Devletler, etüt ettiğimizde görüyoruz, bu ispat edilebilir bir husus, kuvvet kullanma yasağını da, jus cogens bir norm olarak kabul etmiş vaziyetteler. Emredici hukuk kurallarından, herkese karşı ileri sürülebilen, erga omnes yükümlülükler doğar. Öyleyse, kuvvet kullanma yasaktır diyen norm, jus cogens, emredici yani aksi mukavele ile irade ile kontrat ile tayin edilemiyor devletler arasında; aynı zamanda bundan doğan yükümlülük, yani kuvvet kullanmama yükümlülüğü de herkesin herkese karşı ileri sürebileceği erga omnes bir yükümlülük. Şimdi, bu yükümlülüğün ihlali silahlı saldırıdır. Bu yükümlülüğün ihlali aynı zamanda, uluslararası hukuka aykırı eylemdir. Ama hukuka aykırı eylemler suç mudur, değil midir? Devletler hukukunda devlet suçu olmaz. Bu konu dışı. Öyleyse, burada kastedilen uluslararası haksız fiildir. Demek ki kuvvet kullanma bir silahlı saldırıdır ve bir uluslararası haksız fiildir. Bunun iki neticesi vardır. Birincisi Birleşmiş Milletler Antlaşması çerçevesinde, silahlı saldırıya uğrayan devletin kendini koruma hakkı doğar. İkincisi de silahlı saldırıda bulunan devletin, yani, kuvvet kullanma yasağını ihlal eden devletin, uluslararası sorumluluk hukukunda, uluslararası sorumluluğu doğar. Uluslararası sorumluluk doğuyor ve saldırıya uğrayan devletin kendini koruma hakkı doğuyor. Bu kendini koruma hakkı denilen şey, hak, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinde düzenlenmiş vaziyette. Yani Birleşmiş milletler 51 diyor ki meşru müdafaa.Başlığı da bu. Ve diyor ki, silahlı bir saldırıya uğrayan bir devlet için meşru müdafaa doğal bir haktır. Kuvvet kullanma yasağının ihlali, meşru müdafaa hakkını doğurur. Aynı zamanda da kuvvet kullanmak, bir uluslararası haksız fiil olduğu için, saldırıya uğrayan devletin veya erga omnes olduğu için, kolektif durumda da bütün devletleri ilgilendiren bir konu olduğu için, şu noktaya dikkat, teknik bir şey söyleyeceğim, yazıya çevirirken de önem arz edecek. Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu devletlerin uluslararası sorumluluğuna ilişkin A/RES 56/83 belgesinin 40. ve 41. maddeleri vardır. İşte 40. madde böylesi bir ağır ihlal durumunda, yani kuvvet kullanma yasağı gibi bir jus cogens kural ihlal edildiğinde, bütün devletleri ilgilendiren bir sorumluluk durumu doğduğunu ifade ediyor. Demek ki burada da kuvvet kullanma hukuku bakımından, kuvvet kullanma silahlı saldırı, bütün devletleri ilgilendiren ağır bir ihlal teşkil ediyor. Buradan sonra şu aşamaya geçeriz. Mademki silahlı saldırıya uğrayan devletin ya da bütün devletlerin kolektif meşru müdafaa uyarınca kendilerini savunma hakkı doğar; kendini savunmak neyle olur? Saldırıya karşı kuvvet kullanmakla olur. Ama kuvvet kullanmak yasaktı. Meşru müdafaa bir hak olduğu için, BM madde 51’de, BM madde 51’e göre kendini korumak amacıyla meşru müdafaa amacıyla, meşru müdafaa hakkına sahip devletlere kuvvet kullanma yetkisi verir. Öyleyse kuvvet kullanma yasağının istisnası ne? Bakınız gayet teorik bazda açıklıyorum. Çok matematiksel bu. O zaman şu kuvvet kullanmanın istisnası, meşru müdafaa halindeyken kuvvet kullanmak. Bu sizin sorduğunuz sorunun birinci cevabı. İkinci cevabı da şu: Sorumluluk bakımından, kuvvet kullanmayı, uluslararası haksız fiil olmaktan kurtaran durum, A/RES 56/83 madde 21’de meşru müdafaanın bir hukuka uygunluk sebebi olarak sayılmasıdır. Öyleyse kuvvet kullanma meşru müdafaa durumunda, Birleşmiş Milletler Antlaşması çerçevesinde bir haktan kaynaklanan bir yetkidir. Sorumluluk hukuku çerçevesinde A/RES/56/83 madde 21 dairesinde ise meşru müdafaa bir hukuka uygunluk sebebidir. Kuvvet kullanmayı hukuka uygun hale getirir. Tam sorduğunuz sorunun bütün çerçevesi, bütün hudutları bu koyduğumuz bağlam içerisinde. Şimdi, hayat olaylarının bu çizdiğimiz çerçeveye nerede, ne derece girip girmediğini etüt etmek, yapılanın meşru müdafaa sayılıp sayılmadığını bize gösterir. Öyleyse meşru müdafaanın gerçekten meşru olup olmadığını neye göre analiz edeceğimiz, bak yine mantık, sıradaki meseleyi bize kendinden sunuyor esasında. Sorduğunun soruya burada nokta koyayım. Çünkü cevabı bu.
S- Hocam biz, sonraki sorumuzda da meşru müdafaadan bahsettiğimiz için, meşru müdafaanın çerçevesini, sınırlarını, sormak istemiştik.
C- Soruları hiç konuşmadık. Evet. Sizler, duruma vâkıf gençler olarak, çalışan, konuya çalışan öğrenciler olarak, bu kulüpte de o gönüllülükle ve alt departmanda yer aldığınız için bakın, sorularınızla bizim cevaplarımız hep örtüşecektir. Hakikaten de bu işi ne kadar mantık örgüsü ile götürürsek o kadar doğrudur; çok klasik eserlere bakın, Mare Liberum - Grotius’ta De jure belli ac pacis, Savaş ve Barış Hukuku - Grotius’ta, hep bölümler mantık sırası izler, sonraki bölüm, bir öncekibölümün devamı olarak, mantık itibariyle orada yer almalı. Sizin sorunuz da öyle. Esasında bu metodoloji, hukuk fakültesindeki gençlerde yetiştirilmesi gereken, yeşertilmesi gereken bir meleke işte. Her zaman her şeyi bilmeyebiliriz ama doğru düşünmeyi biliyorsak araştırıp çözemeyeceğimiz hiçbir şey yok. Sizin sorunuzda olduğu gibi meşru müdafaa ne zaman meşrudur? Unsurlarını bilmen lazım. Gereklilik unsuru, orantılılık unsuru, ölçülülük unsuru vardır. Gereklilik, hakikaten bir silahlı saldırının var olup olmadığını bize ispat eder. Varsa böyle bir silahlı saldırı, meşru müdafaa hakkı doğar. Bakın bununla bağlantılı olarak ben söyleyeyim belki soracaksınız belki sormayacaksınız; bu soru onu sorulmuş kabul etmemize neden olur; şöyle bir şey var: Başka bir egemenin topraklarında terör örgütü bir başka devlete saldırıyor. Var mı bununla alakalı bir soru?
S- Benzeri ileride var.
C- O zaman cevap vermiyorum şimdi.Gereklilik unsurunda bir test meselesi vardır (aciz devlet - isteksiz devlet testi); oraya soruda döneriz. Diğer unsur orantılılıktır. Kullandığım kuvvet, kendimi korumak için kullanmam gereken kuvvet kadar mı? Yeterince mi? Mübalağa etmemeliyim. Mübalağa kelimesi Arapça, atalım, yerine yeni Türkçe bir kelime getirelim, egzajere etmemeliyim yani abartmamalıyım. Bak dil felsefesine de temas ediyoruz. Egzajere etmemek sanki Türkçe mi; değil, Fransızca. Öyleyse mübalağa etmeyi kullanmayıp egzajere etmeyi kullanmak da olacak iş değil. Abartmamayı kullanın ya da mübalağa etmemeyi kullanın, onun mahsuru yok. Kuvvet kullanmayı orantılı kılmak zorundasın. Orantılı kullanmalısın kuvveti. Bir de ölçülülük. Yani tamam artık vurmayı bırakacağın yerdir. Nedir o? Saldırıyı bertaraf etmişsin, bir daha saldırı gelmeyeceğini garanti etmişsin. Şimdi sınır ötesinde TSK operasyon yaptı. Niye hala TSK sınır ötesinde, ölçülülük unsurunu ihlal etmiyor mu? Ama sahayı boşalttığında terör örgütü gelip tekrar saldıracaksa kesemezsin meşru müdafaayı. Güvenlik dediğin şey odur. Bir daha saldırının tekrar etmeyeceğine dair garantiyi, güvenceyi tesis etmelisin. Hep olayları bu üç unsura göre analiz edelim. Meşru müdafaanın üç unsurunun birincisi neydi? Gereklilik. İkincisi orantılılık, üçüncüsü ölçülülük. Bu sorunun da cevabı bu, bir de bunlar yazıya dökülecek, sayfalarca sürer. Yazıya döktüğün vakit hacim çok artıyor. O yüzden birazcık daha özet gitmeye gayret edeyim.
S- Hocam özet gittik ama biz biraz orantılılık ve ölçülülüğün içeriğiyle ilgili bir soru sormak istiyorduk.
C- Sorun tabii ki.
S- Burada karşılıklı kuvvetlerin silahlarıyla ilgili, dengelerle ilgili sormak istiyorduk. Tek tarafça kullanılması yasak olabilecek silahların kullanılması örneğin nükleer silahların kullanılması meşru müdafaada nasıl bir durum oluşturur?
C- Şimdi, diğer tarafa da benzeri bir silah kullanmayı hak verir mi diyorsun değil mi? İşte zaten nükleer barış dedikleri, detant dedikleriolay, dehşet dengesidedikleri olay bundankaynaklanır yani nükleeri ilk kullandıktan sonra nükleer sahibi diğer devletlerin de bunu kullanacak olması, dolayısıyla bir dehşet dengesi dediğimiz, bir detant, bir nükleer barış hali tesis etti. Çok ikircikli, çok enteresan bir durum yani. Şimdi bir taraf yasak bir silah kullandıysa, örneğin kimyasalsilah veya biyolojik silah, diğer tarafada bu hakkı hukukenvermez. Ama savaş esnasında çatışma, esnasında hayat realitesi olarak ben size şunu söyleyeyim ki maalesef bunların yaşandığını görürüz. Çünkü eşyanın tabiatı, etki-tepki, o yüzden bunların hiç kullanılmaması en doğru olan bir mesele. Bir de unutmayalım. Alt branşlar var. Şimdi silahlı çatışmalar hukuku denilen bir kategori daha var. Bir bilgi vereyim. MSÜ’nün Atatürk Stratejik Araştırma Enstitüsü Lisansüstü dersinde tamamen Uluslararası Hukuk’a yönelik müfredat var. Silahlı çatışmalar hukuku dersi var lisansüstünde ve ben orada da hocalık yaparak katkı vermeye çalışıyorum. Hem terörle mücadele ve Uluslararası Hukuk, hem kuvvet kullanma, hem uluslararası sorumluluk, hem silahlı çatışmalar, orada da bu dersleri veriyoruz. Ayrı uzmanlık meseleleri. İleride de mezun olacak arkadaşlarımız için de bunları dile getirmekte fayda var çeşitli imkanlar olarak. İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde de veya daha doğrusu İstanbul Aydın Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku yüksek lisans ve doktora derslerinde gene benzer uluslararası hukuk derslerimiz var. Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku bugün başlı başına bir uzmanlık konusudur. Yani hem uluslararası örgütlerde hukukçu olarak istihdam edilebilirsiniz. Tabii hayatınız büyük oranda çatışma sahalarında geçer hukukçu olarak. Bunları icra eden genç arkadaşlarımız var. Bunu da böyle cevaplamış olalım. Devam edelim.
S- Hocam zaten biraz değiniyorduk buraya gelmiş olacağız. Meşru savunma sadece devletlerin silahlı saldırılarına karşı mı yapılabilir yoksa devlet dışı silahlı grupların, devlet dışı silahlı aktörlere karşı da meşru müdafaada bulunulabilir mi?
C- Çok net, benim Uluslararası Terörizme Karşı Meşrû Müdâfaa kitabımda bu inceleniyor ve ispat ediliyor. Şimdi buradaki hacim sınır dahilinde, belki çok uzatmak mümkün değil ama kitapla referans vererek daha geniş okumalar için bu söylediklerimize ikna olmak isteyen arkadaşlarımız için oradan da inceleyebilirler diyelim kaynaklardan. Başta kendi yazdığım kitap olmak üzere zaten. Bugün devletlerin kabulü şudur: Uluslararası terör örgütlerinden gelen silahlı saldırılar da BM madde 2/4 manasında silahlı saldırıdır ve BM madde 51 anlamında da meşru müdafaa hakkını verir. Sorduğunuz sorunun çok net cevabı da bu. Özellikle diyerek şunu zenginleştireyim: 11 Eylül’den itibaren yani 2001 yılından itibaren giderek son 25 yılın uluslararası hukukunun bu olduğu noktasında artık zaten bir tartışma yok. Evet cevapladık.
S- Hocam kuvvet kullanmayla ilgili genel olarak sormak istediklerimiz bu kadardı. Bundan sonra bir soykırım konusuna geçmek istiyoruz.
C- Oraya geçmeden o zaman terör örgütleriyle alakalı ben şu cevabı ekleyeyim. Demin söyleyecektim. Bu sorunun içinde o söylenmeli madem öyle. Şimdi şu yaşanıyor öğreti bakımından da: Sınırötesinden, terör örgütünden saldırı geliyor ve mağdur devlet sınır ötesinde başka bir devletin topraklarında terör örgütüne karşı kuvvet kullanacak meşru müdafaa amacıyla. Şimdi burada gereklilik unsurunu test etmede iki alt faktör devreye alındı. Test yani sınamak. Türkçesi sınamak. O devlet yani topraklarında terör örgütü olup saldıran devlet, bu terör örgütüne engel olma konusunda isteksiz ya da aciz. İsteksizse yani esasında senin bu terörden kan kaybetmenden memnunsa, sana meşru müdafaada gereklilik unsurunu bu test veriyor isteksiz devlet bakımından. Baas rejimleri (Irak, Suriye) yıllarca Türkiye aleyhine PKK’yi böyle kullandı. Şimdi hatta bu devlete isnat edilebilir mi? A/RES/56/83 madde 8 çerçevesinde devletin sorumluluğunu dahi doğurabilir bu konak devlet çerçevesinde. Yani Irak’ın Suriye’nin. O derece ki artık sana karşı destekliyor, saldırtıyor bu topraklarında bunu muhafaza ediyor. Diğeri Lübnan Hizbullah-İsrail. PKK’nin mevcudiyeti, Irak merkezi hükümeti diyor ki benim toprak bütünlüğüme aykırı. Benim egemenliğime aykırı. Ülkeme hükmedeceğim. Hükmedemiyorum. Silahlı bir örgüt var burada benim egemenliğime rakip. Aciz devlet mesela Lübnan, Hizbullah’ı atamadı. Atamazsın. Hizbullah’ın askeri gücüne karşı Lübnan ordusu ne? Aciz devlet.Tamam. Aynı şekilde terör örgütü, ordu gibi bunlar artık ordu gibi. Hal böyle olunca çıkaramıyorum. Aciz devlet dediğin mesele de mağdur devlete meşru müdafaa hakkı veriyor. Sen çıkaramıyorsun madem. Ben kendimi koruyacağım. Son bir soru sormadan söyleyeyim: Meşru müdafaada o zaman rıza gerekir mi konak devletin? Yani operasyonu yaptığın devletin rızası gerekir mi? Rıza meşru müdafaanın unsuru değil. O ayrı bir hukuka uygunluk sebebi. O başka bir şey. Olabilir de olmayabilir de. Olmasa da ben kendimi koruyacağım. Çünkü gereklilik unsuru doğdu. Nokta. Meşru müdafaayı çok güzel açıkladık. Sorular çok iyiydi çok güzel açıklamamıza vesile oldunuz.
Görüyorsunuz değil mi bizim branşımızın konularını: Savaş, silahlı saldırı, terör, soykırım. Branşımı seviyorum. “Sevdiğin şeylere bak! Savaş mı seviyorsun terör mü seviyorsun soykırım mı seviyorsun?” Hayır. Bu iğrençliklere hak, hukuk istikametinde karşı çıkabilmek. Normatif düzende insanın elindeki teçhizat gene bu kitapları yazarken eski düşünürlerin büyük lafları ‘’Hukuk, medeniyetin kalkanı ve kılıcıdır’’ Bakın söylediğim barbarlıkların karşısına uluslararası hukuk kalkan ve kılıç. Hem koruyacak hem de yeri geldiğinde kesip atacak. O kısmını seviyoruz.
S- Bu konuyla ilgili bu kılıç kalkan konusuna da geleceğiz onunla ilgili bir sorumuz da var. Soykırım sorularımızı sormadan önce şunu söylemek istiyorum. Bu geçtiğimiz günlerde 24 Nisan’dı. Bu bağlamda yöneltmek istiyoruz sorularımızı.
C- Evet bu 1915 Bağlamı.
S- Hocam peki bu soykırım olaylarının hukuki olarak şartları nedir?
C- Soykırım, 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile uluslararası hukuka girmiş, jus cogens normla yasaklanan bir eylemdir. Tabii ki soykırım yapmamalısın da bir erga omnes yükümlülük haline geliyor. Herkesin herkese karşı dermeyan edebileceği yükümlülük. Şimdi soykırım sözleşmesini etüt ederken bir kere bununla alakalı ben şunu söylemek istiyorum: Bu haddinden fazla alçakgönüllülük lafları da örtülü kibirdir. Yazmışız bitmiş. Çok büyültülecek bir şey yok bunda. Başkaları da yazabilir. Bizden önce yazıldı. Bizden sonra da yazılacak. Biz de yazdık. Benim bir makalem var. 60 sayfaya yakın. Bu uluslararası hukukta soykırım ve isnat meselesini ele alıyor. Soykırımın, soykırım olması için devlete isnat edilebilmesi lazım. İsnat ne ile olur? A/RES/56/83 madde 4’ten madde 11’e kadar. Devlet organında bir kalkışmaya bir isyanın hareketine kadar bu iş gider. Tamam mı? Arada isnat meselesi önemli. Demek ki sizin sorduğunuz sorunun en önemli cevabı: Yapılanların devlete isnat edilebilmesi lazım. Şöyle cevap vereyim örneğin 2007 Bosna Hersek, Sırbistan’a karşı soykırım sözleşmesinden ötürü açılan davada dedi ki UAD: Soykırımdan ötürü Sırbistan’ı sorumlu tutmuyorum. Soykırımı engelleme yükümlülüğünü yerine getirmediği için sorumlu tutuyorum. Soykırımı doğrudan Sırbistan yapmadı. İsnat edemiyorum madde 8’den. A/RES/56/83 madde 8’den. Etkin kontrol, doğrudan denetim. Bunlar yoktur dedi ama engellemen gerekiyordu, engellemedin dedi. Şu makalemi söyledim tabii burada her şeyi alamayız kapsama ama en önemli şey isnat. Bir de Sözleşmeye baktığımda norma baktığımda bu beni ilgilendiren husus 24 Nisan 1915 bağlamı itibariyle söylediğimiz mesele isnat, bir diğer husus da tabii şu var özel kastla işlenen bir eylemdir soykırım. Bunun ispatı şart. 1948 Sözleşmesi bunu arıyor, bu hususun altını çizmemiz lazım. Yapılan eylemlerin soykırım saiki ile yapılması ve özel kastla yapılması icap ediyor. Aynı zamanda A/RES/56/83 madde 40 uyarınca ağır ihlal münferit olay değildir. Bir devlet politikası olarak artık bu gerçekleştiriliyor, gene hukuka bağlanmış. Hepsini ancak bu kadar kısıtlı ifade etmiş olalım bir de bu konuda genişçe bir makalem var onu da ifade ettim: “Uluslararası Hukukta İsnat Meselesi Bakımından Soykırım İddiaları ve Osmanlı Ermenileri Soykırımı İddiası’nın Değerlendirilmesi”, 2021 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi’nde yayımlandı.
S- Aslında bu beyanlar devletleri bağlıyor ve bu beyanlar her sene tekrarlanıyor, Türkiye’nin bu beyanlara karşı net bir tavır almasının önemi nedir?
C- Şimdi şöyle söyleyelim: Bir, Türkiye bakımından uluslararası hukuk çerçevesinde soykırımın işlendiğine ancak bir yetkili mahkeme karar verebilir. İki, 1948 Sözleşmesi geriye yürütülemez. Üç, ne mahkeme kararı ne geriye yürümezliği dikkate almadan esastan da şunu söyleyelim ki orta yerde isnat yani devlete atfedilebilirlik şartını karşılayan hiçbir ispat ortaya konmadı. Bakın mistifikasyon demek bu algı propagandasında bir şeyi mütemadiyen tekrar ederek, delil, ispat ortaya koymadan sürekli bir şeyi dile getirmektir. Bu, 1915 bağlamında, yeri geliyor bir ethnoreligion yani mistik bir etnik din haline geliyor soykırım. Bilhassa diasporanın kimliğini muhafaza edebilmesinde. Türkiye, siyasi kararlarla, siyasi organ kararlarıyla hukuken soykırımın kendisine dayatılamayacağını dile getirdi. Bu gerçeği ifade etti. Şimdi karşı taraf hasımsa ve senin kötülüğünü istiyorsa bu senin kamu diplomasisinin zayıf olduğu anlamına gelmez. Bakınız Türkiye’de şöyle bir söylem de var “Türkiye kamu diplomasisinde zayıf kalıyor, bu mücadele kaybediliyor”. Burada toplumun kendine yaptığı haksızlık şu; karşı taraf kötü niyetli ise sen en iyi, en başarılı, en doğru mücadeleyi de versen karşı tarafın adil olmak gibi bir gayesi yoksa dönüp kendinde zaaf arama ve aşağılık kompleksine kapılma. Kötü niyetli mi? Evet kötü niyetli. Bu işler böyledir. Sen sensin, onun ötekisisin. Tarihi bir husumet varsa bir hasımlık besleniyorsa bu organlardan bu kararların çıkması tabiidir. Çünkü kıssada olduğu gibi akrepten akreplik beklenir; burada şaşıracak bir şey yok. Bu kararları alıyorlar, alırlar, alacaklar ve alsınlar da. Sen yeter ki kendinden şüphe etme; haklı olduğunu doğru olduğunu bil. Ama benim gencim yedi düvel söylüyor, kırk bin kere söylüyor diye kendinden şüphe edecek noktaya geliyorsa, o zaman bizim ilmimizde eksiklik vardır. Benim makaleyi yazmamda motivasyon buydu. Bizde bir karınca misali su taşıyalım, hakikat nazarında tarafımız belli olsun, bizim gencimiz bir de bizim yazdığımızdan uluslararası hukukta gerçeği okusun. Aksi takdirde değerli arkadaşlar, genç burada kendinden şüphe etmeye başlayacak. “Bu yapıldı mı? Herkes söylüyor, kırk bin kere söylüyor.” Ülke içinde de “özür dileyelim” gibi söylemleri çoğaltmak isteyenler var. Hakikat payı ne? Hakikat bilimle söylenir. Ben makalemde bunun bilimini ortaya koyduğum iddiasındayım. Eğer o iddiam olmasaydı zaten yazmamam gerekirdi. O yüzden bir kez daha okunsun. Dediğim gibi bu ilmi mücadelenin çok büyük önemi vardır ve bunlar yorgunluk kaldırmaz. Devletlerin ve entelijansiyanın ve akademinin yoruldum deme lüksü yoktur, küsme lüksü yoktur, ümitsizlik lüksü yoktur. Ümitsizliğe kapılmak isteyen bu cüppeleri, bu akademisyen ceketini bıraksın çıksın bu çatıların altından. Çünkü gençlere de aynı enerjisizliği geçirirsin. Ayıptır. Bu işlere böyle girmemek lazım. Haksızken bu kadar çalışıyorsa, sen haklı olduğun konuda çalışmıyorsan, kusuru kendinde ara. Uluslararası hukukta terörle mücadele, isnat ve 1915, Kıta Sahanlığı -Yunanistan; neden yazıyoruz bunları? Bizim görevimiz uluslararası hukukta hakikati kendi öğrencimize açıklamak. Çürütebilen de buyursun çürütsün, yazdıklarımız ortada. Bu iş bilim meselesidir ve bilim propaganda değildir. Çok uzatılabilecek bir konu ama çok hayati bir soru.
S- Soykırımla ilgili sorumuzu noktalayıp son sorumuza geçmek istiyoruz.
C-Burada soykırım bağlamında ben bir şey ekleyeyim. Neden Putin soykırım dedi doğu hududunda? Çünkü soykırım, insani müdahale hakkı da verir, meşru müdafaa hakkı da verir. Bu neden önemli? Çünkü soykırım self determinasyon hakkı verir. Devlet içeride soykırım yapıyor bildirisi doğruysa ayrılma hakkı doğar. Yanlışsa vebaldir yanlış şeye imza atılıyor. Bunun orta noktası yoktur. Ukrayna’da Ruslara soykırım yapılıyorsa ayrılma hakları vardır yok yapılmıyorsa Ukrayna’nın toprak bütünlüğü var neden dezenformasyon yapıyorsun. Peki hangisi? Muhakeme. Hukukçunun işi hakikatledir. Hakikati düşmanın olsa bile söyleyince hukukçuyuz. Bunu yapabilinceye kadar hepimiz hukukçu özentisiyiz. Rakibin bile olsa bunu söyleyebileceksen hukukçusun, değilsek hukukçu özentisiyiz bunu unutmayalım.
S- Hocam son bir sorumuz var, biz senenin başından beri derslerimizde bunu konuşuyorduk çünkü çok sorulan bir soru. Biz departmanla ilk çalışmalarımıza başlarken de aklımızdaydı. Uluslararası hukuk, hukuki diyaloglar dışında konu olunca bir güvensizlik veya inançsızlık oluyor. “Uluslararası hukuk varsa neden çocuklar ölüyor, neden hala savaşlar oluyor, soykırımlar oluyor” gibi ifadeler geliyor hukuki mecraların dışında.
C- Evet.
S- Karşı bir cevap verecek olursak, burada uluslararası hukukun önemi ve işlediğinin belirtisi nedir?
C-Cevap şu: Uluslararası hukuk bir Marvel kahramanı değildir. Nokta. Orta Doğu’ya gelip çocukları kurtaracak, uluslararası hukuk pelerini takan bir kahraman yok. Marvel, DC kahramanları o Yunan ve Roma mitolojilerinde antropolojik özellikler verilen tanrıların popüler kültürde bir daha pazarlanmasıdır. Dolayısıyla öyle kahramanlar değil bunlar. Ya da kendi folklörümüzden peri, gulyabani gibi varlıklar değildir. Uluslararası hukuk bir sistemdir bu sistemi çalıştıracak olan da iradedir. İrade de beşerin iradesidir. Uluslararası hukukun arkasında uluslararası hukukun gereğini realize edecek iradede zaaf olabiliyor. Çünkü bir kudret sahibi üst otorite yok ki “raconu kessin”. İç hukuklarda var, uluslararası hukukta yok. Hepsi eşit, hepsi egemen. Eşitler arası bir hukuk. Barış ve güvenlikte devletlerin yüksek menfaati olduğunda kan akıtılır, demek ki orada öyle bir mesele var ki varoluşsal bir sıkıntı var. Golan Tepeleri, Suriye, Filistin, toprak, hayatta kalma, sen mi ben mi meselesi. Kimin yaşamaya hakkı var? Güçlünün. O zaman hukuk, medeniyet, zarafet, barbarlıktan ayrılma? Tabi, evet 193 devlet savaşmıyor bugün bir uluslararası hukuk var. Ama aksayan noktalarda buradaki irade o. Bu yüzden milli güç unsurları, ordu, savunma, bilim ve teknoloji, iç barış önemli. Bunlar halkın hayatta kalma imkanını sağlıyor; bunlar zafiyete uğradığında devletler çöktüğünde Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, İsrail’de, Filistin’de, Ukrayna’da bak neler oluyor. Şu kadarını söyleyeyim. Bir medeniyet varsa, yaşadığınız kadarıyla uluslararası hukuk sayesinde, bir barbarlık varsa uluslararası hukukun arkasındaki iradenin noksanlığı nedeniyle. Bir ifade var tercüme etmiştim: “Uluslararası hukuk size yeryüzünde cenneti vaat etmiyor, sadece sizi yer yüzünde cehennemden korumayı gaye ediyor.” Bu çok ince bir laftır. Hakkımızda hayırlısı olsun diyerek son sorumuzu yanıtlayalım.
S- Hocam çok teşekkür ederiz.
C-Estağfurullah. Rica ederim.






Yorumlar