
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
- iauhukukklb
- 21 Mar 2024
- 8 dakikada okunur

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR, İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN DAYANAĞI VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN AYRILMA REJİMİNİN ELE ALINMASI
A) İstanbul Sözleşmesi Nedir? İstanbul Sözleşmesinin Dayanağı
İstanbul Sözleşmesi ya da tam adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesidir. Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir.
Sözleşme, Avrupa Konseyi tarafından desteklenmektedir ve taraf devletleri hukukî olarak bağlar. Sözleşmenin beş temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu GREVIO (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu ) tarafından izlenmektedir.
Sözleşme ,toplumsal cinsiyet eşitliği ,cinsiyet dengesizliği ve güç ilişkilerindeki mevcut duruma dayalı şiddet mağdurlarından kadına ayrıca dikkat çekmekle beraber çocukların korunmasını da içermektedir. Sözleşmede kadın terimi sadece yetişkinleri değil 18 yaşından küçük kız çocuklarını da kapsamakta ve bu doğrultuda uygulanacak politikaların nasıl olacağını belirlemektedir. Şiddeti önleme sözleşmenin öncelikli vurgusudur. Bu doğrultuda taraf devletlerden kadınları toplumsal yapıda daha dezavantajlı duruma getiren her türlü düşünce, kültür ve politik uygulamaların sonlandırmasını beklemektedir. Bu kapsamda cinsiyet rolleri ekseninde şekillenmiş düşünce kalıplarının, kültür, töre, din, gelenek veya "sözde namus" gibi kavramların yaygın durumdaki şiddet hâline gerekçe olmasının önüne geçilmesi ve önleyici tedbirlerin alınması, taraf devletin yükümlülüğü altındadır. Bu önleyici tedbirlerde referans noktası olarak asli insan hak ve özgürlüklerinin temel alınması gerektiği belirtilmektedir (Madde 12).
Sözleşme ağırlıkla kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik olsa da Madde 2de belirtildiği üzere tüm hane halkını kapsamaktadır. Özellikle anlaşılması gerekir ki erkekler için bir ayrım söz konusu değildir.
İstanbul'da imzalanan ve bu sebeple "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen "Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi", ilk olarak 1 Ağustos 2014 tarihinde 11 ülkede yürürlüğe girdi.
Sözleşmenin en erken yürürlüğe girdiği ülkeler Türkiye'nin yanı sıra Arnavutluk, Andorra, Avusturya, Bosna Hersek, Danimarka, İtalya, Karadağ, Portekiz, Sırbistan, İspanya olmuştur.
Buna rağmen, “toplumsal cinsiyet” sözcüğüyle ilgili yanıltıcı söylemler ve bazı hükümetlerin ve çıkar gruplarının sözleşmenin “geleneksel aile değerlerine” zarar verdiği yönündeki asılsız iddiaları sonucunda az sayıda ülke sözleşmeyi onaylamadı.
Örneğin, Slovakya ve Macaristan parlamentoları sözleşmeyi onaylama girişimlerini reddetti. Bulgaristanda ise Anayasa Mahkemesi sözleşmenin Anayasa ile uyumlu olmadığına hükmetti.
Sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan ülke olan Türkiye, Mart 2021de çekildiğini açıklarken sözleşmenin Türkiyenin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmek için kullanıldığını da öne sürdü. Esasen bu kararla Türkiye, imzalayıp onayladığı bir uluslararası insan hakları sözleşmesinden çekilen dünyada ile ve tek ülke oldu.
Gece yarısı saat 02.30da paylaşılan çekilme kararı kamuoyunda ve uluslararası örgütler de büyük bir şok yarattı. Kararın yayımlanmasının üzerinden 24 saat geçmeden kitlesel eylemlerle karar protesto edilmeye başlandı. 77 ilin barosu ve Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuk Komisyonu ortak bir metin yayımlarak çekilme kararının hukuka aykırı olduğunu ve sözleşmenin halen yürürlükte olduğunu açıkladı. Aynı zamanda Kadın ve Demokrasi Derneğide(KADEM) dikkat çeken bir açıklama yaptı .KADEM açıklamasında, İstanbul Sözleşmesinin kadına yönelik şiddetle mücadele için önemli bir girişim olduğunun altını çizdi, sözleşmenin zemininden koparılarak toplumsal bir gerilim öznesi haline dönüştürüldüğünü, fesih kararını da bu gerilimin bir neticesi olarak gördüklerini, KADEM olarak tercihlerinin çekilme değil Konseye bir yorum beyanı verilmesi yönünde olduğunu ifade etti.
20 Mart 2021de, aralarında Almanya, Fransa, İspanya, Finlandiya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve İsveçin olduğu çok sayıda ülke, dışişleri bakanlıkları vasıtasıyla Türkiyenin İstanbul Sözleşmesinden çekilmesine ilişkin tepki ve üzüntülerini açıkladı .
Çekilme kararının duyulmasıyla birlikte gerek yurt içinde gerekse yurt dışında karara yönelik tepkiler arka arkaya gelirken Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı internet sitesinde sözleşmeden çekilme kararına ilişkin bir “basın açıklaması” paylaşıldı. Söz konusu paylaşımda “başlangıçta kadın haklarının güçlendirilmesini teşvik etmeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi, Türkiyenin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir. Türkiyenin sözleşmeden çekilme kararı alması da bu nedene dayanmaktadır” denilerek karar meşrulaştırılmaya çalışıldı ve LGBTİ+lar açıkça, doğrudan ve devletin en üst kademesi tarafından resmi olarak hedef gösterildi. Uluslararası Af Örgütü, “İstanbul Sözleşmesinden çekilmeyi haklı göstermek için LGBTİ+ların hedef alınmasının tehlikeli bir adım” olduğunu vurgulayarak hükümete kararı geri çekme çağrısında bulundu.
Çekilme kararına ilişkin bir hafta boyunca gerek iç kamuoyundan gerekse uluslararası kamuoyundan gelen özellikle de kararın hukuksuzluğunu vurgulamaya odaklanan yoğun tepkiler ardından siyasi iktidar konuya ilişkin kendini savunma çabasına girdi. İlk olarak Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk “kadın haklarının korunması, kadına yönelik şiddetle mücadele noktasında kesinlikle bir geri gidiş söz konusu olmayacak” derken, İstanbul Sözleşmesinden “toplumsal ayrışmaya” sebep olduğu için çıkıldığını açıkladı. Hemen akabinde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili meclisin karar yetkisi olmadığını ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yasama alanına müdahalenin yasal ve hukuka uygun olduğunu iddia etti. Söz konusu açıklamada Erdoğan “Gireriz ve girdiğimiz gibi de çıkarız. Kimse ne önünü ne arkasını karıştırmasın. Bu iş de böylece bitmiştir” ifadesini kullandı .
Öte yandan hafta boyunca polisin engellemelerine rağmen Türkiyenin dört bir yanında düzenlenen irili ufaklı eylemlerde binlerce kadın ve LGBTİ+ İstanbul Sözleşmesinin feshini protesto etmek için sokaklardaydı. Polis engellerinin yetmediği hallerde ise siyasi iktidar protesto haklarını kullanan kadınlara bu kez pandemiyi öne sürerek engel olmaya çalıştı. Aynı günlerde iktidar partisi kapalı salonlarda oldukça kalabalık kitlelerle kongre yapmasına rağmen, Mersinde İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararını açık havada protesto eden Mersin Kadın Platformunun 6 üyesine pandemi gerekçesiyle toplam 21 bin 598 TL idari para cezası kesildi Denizlide ise İstanbul Sözleşmesi protestosuna katıldıkları gerekçesiyle dört İranlı mülteci hakkında jet hızıyla sınır dışı kararı verildi. Gözaltı gerekçesi olarak mültecilerin “basın açıklamasına katılmaları” ve “pankart tutmaları” gösterildi.
Çekilme kararının ve sonrasında LGBTİ+ların açıkça ve doğrudan hedef gösterilmesinin idari alanda yansımaları kısa sürede kendini göstermeye başladı. Sağlık Bilimleri Üniversitesi yönetimi toplumsal cinsiyet eşitliği dersine “dini ve milli değerleri tartışmaya açtığı” gerekçesiyle soruşturma başlattı. Soruşturma gerekçesi olarak üniversite yaptığı açıklamada “aile yapımızı, toplumsal değerlerimizi hedef alan, örf, adet ve kadim geleneklerimize, dini ve milli değerlerimize zarar veren hiçbir ders içeriğini hoş görmemiz asla mümkün değildir. Ders bahanesiyle de olsa milli ve mukaddes değerlerimizin tartışma konusu yapılmasını asla tasvip etmiyoruz” dedi. Birkaç gün sonra ise Boğaziçi Üniversitesinde 2012 senesinde toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışan akademisyen ve öğrencilerin emeğiyle kurulan Cinsel Tacizi Önleme Komisyonunun (CİTÖK) tek ofis çalışanı, rektörlük tarafından zorunlu ücretsiz izne çıkarıldı ve böylece CİTÖK fiilen kapatılmış oldu . Aynı gün, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun kadın cinayetlerine ve İstanbul Sözleşmesine dikkat çekmek için hazırlayıp Zincirlikuyuda bir binaya astığı, üzerinde “Ölmek İstemiyorum” yazan dev şikayet dilekçesi indirildi . İzleyen günlerde Diyarbakırda faaliyet gösteren Rosa Kadın Derneğine polis baskın düzenledi ve Rosa Kadın Derneği çalışanlarının da aralarında bulunduğu 24 kadın gözaltına alındı .
Danıştay 10uncu Dairesi önüne gelen 200ü aşkın davanın esastan incelemelerine kademeli olarak Nisan 2022de başladı. İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararına karşı açılan davalardan 10 tanesinin (29 Ekim Kadınları Derneği, Şenal Sarıhan, Ankara Barosu, Diyarbakır Barosu, Tekirdağ Barosu, Erzurum Barosu, Gaziantep Barosu, Serap Yazıcı, Gelecek Partisi Kadın Kolları ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) ilk duruşması 28 Nisan 2021de Danıştayda görüldü. Davalar için Türkiyenin farklı illerinden gelen tam 810 avukatın yetki belgesi sunması ile kadın örgütlerinin yoğun ısrar ve çabaları neticesinde duruşma Danıştay binasının konferans salonuna taşınarak halka açık bir şekilde görüldü. Avukatların yanı sıra, kadın örgütleri başta olmak üzere, LGBTİ+ örgütleri, barolar, insan hakları örgütleri, meslek örgütleri ve sendika temsilcilerinden oluşan tarihi bir kalabalık Danıştay konferans salonunu merdivenlere taşarcasına doldurdu. . Yüzlerce kadın ve LGBTİ+nın katıldığı duruşma, davalara bakan Danıştay 10. Daire Başkanının duruşma başında söylediği gibi Danıştay tarihinin en kalabalık duruşması olarak tarihe geçti. Yaklaşık 6 saat süren duruşmanın sonunda Danıştay savcısı Aytaç Kurt, tüm dosyalarda, sözleşmeden çekilme kararının hukuka aykırı olduğu ve bu nedenle iptali gerektiği yönünde mütalaa verdi.
19 Temmuz 2022de Danıştay 10uncu Dairesi İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararını açıkladı. Danıştay 10uncu Dairesi, Sözleşmeden çekilme kararına karşı açılan davaları, Danıştay savcıları ve tetkik hakiminin çekilme kararının hukuksuz olduğu ve iptalinin gerektiği yönünde görüş bildirmesine rağmen, 2ye karşı 3 oyla reddetti. 5 üyeli Dairenin hakimlerinden Yılmaz Akçil, Metin Arıtı ve dairenin tek kadın hakimi olan Lütfiye Gözütok Akbulut çekilme kararının hukuka uygun olduğu yönünde oy kullanırken, İbrahim Topuz ve Ahmet Saraç çekilme kararının hukuksuz olduğu ve iptali gerektiğini savunarak karşı oy kullandı. Dava tarafları, kararı kendilerine UYAP üzerinden tebliğ edilmeden dakikalar önce basından öğrenmiş oldu. Kararın basına ulaştırılan halinde, karar metinde “kırmızı ve üstü çizili” bazı ekleme çıkarma ve düzeltilerin görünür olması, bir başka ifadeyle, kararın bir başka göz tarafından okunarak metinde oynamaların yapılmış olduğunun anlaşılması, hukukçular başta olmak üzere kamuoyunda kararın yazıldıktan sonra Cumhurbaşkanlığına gönderilip gönderilmediği üzerine tartışma yarattı. Bu kapsamda “kırmızı” ile karar metnine daha sonra eklenen kısımlar arasında Cumhurbaşkanının açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planındaki vaatlerin yer alması ve yine davalı Cumhurbaşkanlığının duruşmalarda ifade ettiği savunmaların neredeyse kelimesi kelimesine yer alması dikkat çekti.
Rübeyda TOPRAK
İAÜ Hukuk Kulübü Kadın Hakları Departmanı Başkanı
B) İstanbul Sözleşmesi Bağlamında İç Hukukta Uluslararası Sözleşmelerden Ayrılma Rejimi
Uluslararası sözleşmelere taraf olan devletlerin, sözleşmelerden ayrılma rejimi, devletlerin iç hukukunda çözmeleri gereken bir meseledir. Viyana Antlaşmalar Hukuku Konvansiyonunda (VAHK), devletlerin uluslararası sözleşmelerden nasıl çıkacağına dair usule ilişkin bir düzenleme mevcut değildir. VAHKın 42.maddesinin 2.fıkrası, bir uluslararası sözleşmeye taraf olmuş herhangi bir devletin antlaşmadan çekilmesinin, taraf olduğu antlaşma hükümlerine göre olması gerektiğini belirtmiştir. Ancak bu, usule ilişkin bir hüküm değildir. Devletler, uluslararası sözleşmelere nasıl taraf olunabileceğini ve herhangi bir sözleşmeden nasıl çekileceklerini, iç hukuklarında serbestçe belirleyebilirler. İstanbul Sözleşmesinin 80.maddesinin 1.fıkrasına göre; Her Taraf Devlet istediği zaman Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildiriyle bu Sözleşmeyi feshedebilir.. Görüldüğü üzere İstanbul Sözleşmesinin ilgili maddesinde de usule ilişkin bir hüküm mevcut değildir. Yani uluslararası hukukta, devletlerin sözleşmelerden hangi usullerle sözleşmeden çekileceklerine dair emredici bir norm bulunmaz.
İç hukukumuzda, devletin uluslararası antlaşmalara taraf olmasının usulüne ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin iç hukukta normlar hiyerarşisindeki yerine ilişkin düzenleme Anayasanın 90.maddesinde yer almıştır. Anayasa m.90/1e göre: Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Yani, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin uluslararası sözleşmelere katılmasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) de etkisi vardır. Yürütme erkinin imzaladığı ve taraf olma amacı güttüğü uluslararası sözleşmeleri, bir kanunla uygun bulur. Anayasa 90/5e göre ise, Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır. Bu maddenin lafzından anlaşılabileceği gibi, uluslararası sözleşmeler, TBMMnin çıkarttığı kanunlarla eşdeğerdir, hatta temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler kanunun üstünde yer alır. Anayasamızda, uluslararası sözleşmelere katılma ile ilgili düzenleme mevcutken, uluslararası sözleşmelerden çekilme ile ilgili herhangi bir düzenleme mevcut değildir. İç hukukumuzda uluslararası sözleşmelerden çekilme rejimi, 9 Sayılı Milletlerarası Antlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3.maddesinde düzenlenmiştir. İşbu madde hükmüne göre, Milletlerarası antlaşmaların … hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme, Cumhurbaşkanı kararı ile olur”. Kararnamenin 3.maddesinin lafzından, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Cumhurbaşkanının onayıyla uluslararası sözleşmelerden çekilebileceği anlaşılmaktadır. Dünyadaki pek çok devlette de durum böyledir. Uluslararası sözleşmelerden, yürütmenin kararı ile çekilmek mümkündür.
Bir doktrin görüşüne göre, Kararnamenin 3.maddesi, Anayasa m.104/17ye aykırıdır. 104/17ye göre: Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Bu hükme göre Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda kararname çıkarabilir. İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin hukuka aykırı olduğunu söyleyen hukukçulara göre milletlerarası sözleşmelerde yürütmeye ilişkin bir konunun varlığı mevcut değilse, bu durum anayasaya aykırıdır. İstanbul Sözleşmesi; yürütmeye ilişkin bir konuyu değil, anayasal haklar kapsamında olan, toplumsal cinsiyet eşitliğini düzenlemiştir. Anayasamızda düzenlenen birtakım haklar İstanbul Sözleşmesi ile taraf devletlerce güvence altına alınmıştır. Dolayısıyla doktrindeki bir görüşe göre, İstanbul Sözleşmesinde yürütmeye ilişkin bir durum söz konusu olmadığından uluslararası sözleşmelerden ayrılma rejimini düzenleyen Kararnamenin 3.fıkrası, Anayasa 104/17ye aykırıdır. Bu görüş, doktrinde çok desteklenen bir görüş değildir.
Bizce, her ne kadar dünyadaki pek çok devletin anayasasında uluslararası sözleşmelerden çıkma rejimi düzenlenmemiş, pek çok devlet, uluslararası sözleşmelerden çıkılmasının yürütme kararı olabileceğini benimsemiş olsa da uluslararası sözleşmelerden ayrılma rejiminde, tıpkı uluslararası sözleşmelere katılmada olduğu gibi Meclisin uygun bulma şartı aranmalıdır. Ve bu husus, Anayasada düzenlenmelidir. Anayasa 90/5e göre Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Demokratik ülkelerde kanunları oy çokluğuyla kabul eden ve yine kanunları gerektiğinde ilga eden Meclistir yani yasama organıdır. Anayasamızın 90.maddesine göre; Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bu durumda en azından çıkılacak olan uluslararası sözleşmede Meclisin uygun bulma şartı aranmalıdır. Sadece ülkemizde değil, demokratik ülkelerde bu durum geçerli olmalıdır.
Mehmet KIŞLIK
İAÜ Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Comments