Türk Özel Hukuk Yargılaması Bağlamında Adil Yargılanma Hakkı
- Hiza Dergisi Editörü
- 12 May 2022
- 4 dakikada okunur
Dr. Öğr. Üyesi Orhan Emre KONURALP
Kırklareli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
Yargı, hukuk devleti kavramının vazgeçilmez bir unsuru olup devletin egemenlik yetkisini oluşturan üç temel kuvvetten biridir. Yargı faaliyetini gerçekleştiren bağımsız mahkemeler, bireylerin hem kendi arasındaki hem de devletle arasındaki uyuşmazlıkları çözerler. Uyuşmazlığın çözümü neticesinde ortaya çıkan mahkeme kararı uyuşmazlığın tarafları açısından bağlayıcı olacağı için aynı uyuşmazlığın tekrar mahkeme önüne gelme olasılığı, prensip olarak, bulunmamaktadır.
Mahkeme kararlarının taraflar açısından bağlayıcı olması, aynı uyuşmazlığın tekrar mahkeme önüne gelmesinin kural olarak mümkün olmaması, karar verilirken çok titiz davranılmasını gerektirir. Zira yargı faaliyeti kapsamında yapılan bir hatanın telafisi çok güç olabileceği gibi, yargı organlarına olan güveni de sarsacaktır. Bu sebeple yargı organları sıkı şekil kurallarına tabi olarak çalışırlar.
Bir kimse hak arama amacıyla mahkemeye başvurduğunda mahkeme, o kişinin iddiasını ve karşı tarafın savunmasını dinleyecek, neticede de uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir karar verecektir. Dolayısıyla dışarıdan bakıldığında mahkemelerin asli faaliyetini karar vermek suretiyle gerçekleştirdiği bir an için düşünülebilir. Fakat mahkeme kararını, kendisinin tabi olduğu kurallara dahi tam manasıyla riayet etmeden verdiyse, verilen karar hukuken doğru olsa bile taraflar açısından meşruiyeti tartışmalı olacaktır. Bu durum bize, mahkemelerin verdikleri kararlar kadar o kararın verildiği sürecin de son derece önemli olduğunu gösterir. Mahkemelerin yargılama süresince uyması gereken sıkı şekli kuralların temellerinden birini adil yargılanma hakkının oluşturduğu söylenebilir.
Adil yargılanma hakkı, hem Anayasa’nın 36’ncı maddesinde hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6’ncı maddesinde açıkça düzenlenmiş ve koruma altına alınmış temel bir insan hakkıdır. AİHS 6’ncı maddesine göre adil yargılanma hakkı herkesin “yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına” sahip olmasını ifade eder. Dolayısıyla adil yargılanma hakkının esasında birden fazla temel hakkı kapsayan üst bir kavram olduğunu söylemek mümkündür. Bu noktada belirtmek gerekir ki adil yargılanma hakkı tüm yargı kollarında eksiksiz bir şekilde korunması gereken ve yargılama sürecine dahil olan herkese tanınan bir haktır. Dolaysıyla, yalnızca davacı ve davalının veya sadece Türk vatandaşlarının yararlanabileceği bir hakmış gibi anlaşılmaması gerekir. Adil yargılanma hakkına ilişkin aşağıda ifade edilen unsurlar da sadece özel hukuk yargılamasında değil, tüm yargı kollarında uygulanması gereken unsurlardır. Zira Anayasa bu anlamda herhangi bir sınırlama içermemektedir.
Özel hukuk sistemimizi incelediğimizde adil yargılanma hakkının tüm unsurlarının hem Anayasa düzeyinde hem de kanun düzeyinde düzenlendiğini ve korunduğunu söylememiz mümkündür. Adil yargılanma hakkı hukuk sistemimiz açısından “yeni” olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan bir temel yargısal hak olsa da zaman içinde hem kapsamı hem de korumanın etkinliği oldukça genişlemiştir. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru imkanının tanınması ve 2011 yılında yürürlüğe giren HMK’da yargılamaya hâkim olan ilkelerin açıkça düzenlenmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
AİHS düzenlemesi a adil yargılanma hakkının ilk unsuru, mahkemelerin kanunla kurulmasıdır. Nitekim hukukumuza baktığımızda da Anayasa’nın 142’nci maddesinde mahkemelerin ancak kanunla kurulabileceğinin, görev ve yetkilerinin kanunla düzenlenebileceğinin açıkça hükme bağlandığı görülmektedir. Bu husus, uyuşmazlığı çözecek merciinin uyuşmazlık ortaya çıkmadan önce belirli olmasını amaçlayan tabii hâkim ilkesinin de bir gereğidir.
Adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru ise tarafsız ve bağımsız mahkeme tarafından yargılanma hakkıdır. Hukukumuzda, mahkemelerin ve hakimlerin tarafsızlığını ve bağımsızlığını koruyan çok sayıda düzenleme mevcuttur. Örneğin Anayasa’nın 9’uncu maddesinde yargı yetkisinin Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağı, 138’inci maddesinde de hakimlerin görevlerinde bağımsız olması gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Anayasa’da bu husus sadece düzenlenmemiş aynı zaman 139’uncu maddesindeki hakimlik teminatı vasıtasıyla korunmuştur. HMK’da bulunan hakimlerin yasaklılığı, reddi ve hukuki sorumluluğu düzenlemeleri sayesinde de hakimlerin tarafsızlığı güvence altına alınmıştır.
Adil yargılanma hakkının bir diğer unsurunu teşkil eden aleni yargılanma hakkı da Anayasa’da doğrudan düzenlenen unsurlardan biridir. Anayasa’nın 141’inci maddesinde, duruşmaların aleni yani kamuya açık bir şekilde yapılması gerektiği açık bir şekilde ifade edilmiş, bu sayede kapalı kapılar ardında yargılama yapılmasının imkân verilmemiştir. HMK’nın 28’inci maddesinde duruşmaların ve kararın bildirilmesinin aleni bir şekilde yapılması gerektiği açıkça hükme bağlanmıştır. Belirtmek gerekir ki, aleniyet ilkesinin adil yargılanma hakkının diğer unsurlarından ayrılan bir noktası bulunmaktadır. Zira, aleniyet ilkesi kamu güvenliğinin veya genel ahlakın gerekli kıldığı hallerde kısmen veya tamamen kaldırılabilir, yani yargılamanın gizli yapılmasına karar verilebilir. Oysa adil yargılanma hakkının diğer unsurları bakımından bu anlamda bir istisna kesinlikle söz konusu değildir. Bununla birlikte, HMK’nın uygulama alanı bulduğu özel hukuk yargılamasının bireyleri daha çok ilgilendirmesi dolayısıyla kanun koyucu 2020 yılında yapmış olduğu değişiklikle yargılamaya katılan ilgililerin üstün bir yararı olduğu takdirde de aleniyet ilkesinin kaldırılabilmesine olanak sağlamıştır.
Adil yargılanma hakkının son unsuru ise makul sürede yargılanma hakkıdır. Adil yargılanma hakkının bu unsuru da doğrudan Anayasa’nın 141’inci maddesinin son fıkrasında yargılamanın mümkün olduğu ölçüde süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğu belirtilmek suretiyle düzenlenmiştir. Ayrıca HMK’nın hâkimin hukuki sorumluluğuna ilişkin düzenlemesi olan 46’ncı maddesinde de hâkimin hakkı yerine getirmekten kaçınması hali bir sorumluluk sebebi olarak düzenlenmiştir. Yargı faaliyeti, belirli kurallara bağlı kalınmayı gerektiren ve dolayısıyla da uzun bir sürece yayılabilen bir faaliyettir. Ancak bu sürecin uzunluğunun uyuşmazlığın niteliğiyle orantılı olması gerekir. Bu nedenledir ki bu unsurun adı hızlı veya çabuk değil “makul” sürede yargılanma hakkıdır. Ülkemiz hukuk sistemi bakımından da en hassas unsurun makul sürede yargılanma hakkı olduğunu söylemek mümkündür. Zira mahkemelerin mevcut iş yükü, bu iş yükünü kaldırabilecek sayıda hâkimin bulunmaması sebebiyle yargılama sürelerin “makul” kavramıyla açıklanamayacak ölçüde uzayabilmekte ve hak kayıplarına neden olabilmektedir. Bu sebeple ülkemizde yargı reformları genellikle hâkim sayısının arttırılmasını ve zorunlu arabuluculuk gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının kapsamının genişletilmesi sağlamak suretiyle uyuşmazlık sayılarının azaltılmasını amaçlamaktadır.
Görüldüğü üzere, adil yargılanma hakkı hem temel bir insan hakkı olarak uluslararası düzeyde hem de Anayasa tarafından oldukça ayrıntılı bir şekilde düzenlenmekte ve korunmaktadır. Bu hakkın eksiksiz bir şekilde uygulanması yargıya olan güvenin korunması açısından son derece önemli olup, mahkemelerinin kararlarının gerçekten istenen sonucu sağlaması bakımından olmaz olmaz bir gerekliliktir. Adil yargılanma hakkının ihlal edilmemesi konusunda ise yargılama faaliyetine katılan herkesin sorumluluk sahibi olduğunu söylemek mümkündür. Yargılamayı yürüten hâkimin kendisi kadar, yargılamaya katılan taraflar, vekilleri ve diğer adliye çalışanlarının tümü görevlerini bu bilinçle yerine getirdikleri takdirde ortaya çıkan sonuç tüm toplumun yararına olacaktır.
Comments